Hukukta Yeni Bir Çalışma Alanı: İş Dünyası ve İnsan Hakları

    Av. Ayşe Elif Yıldırım

    "Bu alanın aslında cevaplamaya çalıştığı iki temel soru vardır: Şirketleri nasıl insan haklarını gözeten bir şekilde çalışmalarını sağlayabiliriz; bir şirket insan hakları ihlallerine karıştığında hukuksal sorumluluğu nasıl yaratabiliriz?" Dünya tarihinde İnsan Hakları çalışmalarını ve gerçekleşen olayları öğrenip bu konuda fikir sahibi olabileceğiniz yazımızı kaçırmayın!

     Yaklaşık 6 sene önce Yeditepe Üniversitesi tarafından düzenlenen Avrupa Birliği Hukuku yaz okuluna katılmıştım. İş Dünyası ve İnsan Hakları Hukuku ile alakalı ilk ilgi kıvılcımları işte bu yaz okulunun İnsan Hakları dersinde atıldı. Temel insan hakları ile alakalı hukuki metinleri işlerken eğitmen bir anda, "Tabi bir de insan hakları ihlallerinin şirketler tarafından yapıldığı durumlar var, ama bu konu hakkında tartışmalar sürüyor, metinler bunlara değinmiyor." demesiyle sanırım hayatım değişti.

    Klasik bir hukuk eğitimi aldım ve bir süre de şirketler hukuku alanında avukatlık yaptım. Benim gördüğüm insan hakları ile şirketler hukuku birbirlerinden çok uzak konulardı, aksine insan haklarından bahsetmek şirket avukatlarının plazalarda geçen dünyasında resmen bir tabuydu. "Nasıl yani şirketler insan hakları ihlallerinden dolayı sorumlu tutulabilir mi?" diye hemen bir soru yöneltim ve eğitmen bana "İşte tartışmalı olan da bu, dilersen Birleşmiş Milletler'in bazı çalışmaları var onlara göz at." dedi.

    Şimdi size de bu yavaştan yeşeren ancak çok büyük sorunlara değinen çalışma alanını tanıtmak istiyorum.

    Kısa Bir Tarihçe

    Aslında iş dünyasının insan hakları ihlallerinin ciddi boyutlara ulaşmasını birkaç yüzyıl önce süregelen köle ticaretine kadar götürebiliriz. Ancak bu konunun ciddi bir şekilde BM'nin önüne gelmesi 1970'li yıllara rastlar. Bu yıllarda ABD'nin dış ülkelere olan yatırımları büyük boyutlara ulaşmıştır ve bu şirketler gittikleri ülkelerin yönetim biçimlerini etkileyebilecek düzeyde güç sahibi oldukları görülmektedir. BM'in şirketlere yüzünü çevirmesi ise Şili'nin eski başkanlarından Salvador Allende'nin BM Genel Kurulu'na yaptığı konuşma ile olur. Salvador Allende, Amerikalı bir şirket olan ve Şili'de yatırımları bulunan International Telephone&Telegraph (ITT)'nin kendisine karşıt olan bir takım politik gruplara finansal yardım yaptığını ve bunun ülkede büyük karışıklıklara yol açtığını, bu şirketlerin geldikleri ülkelerde diledikleri gibi hareket ettiklerini ve hiçbir kuruma hesap vermediğini söyler. BM'nin bu konu hakkında bir önlem almamasının büyük sorunlara yol açacağını dile getirir. Nitekim, Salvador Allende 1973 yılında Şili'de gerçekleşen askeri darbe sırasında darbecilerin başkanlık sarayına ateş açmasından hemen önce kendini öldürür. Sonrasında ise Şili'de insan hakları ihlalleriyle gündeme oturan oldukça otoriter bir rejim kurulur. ABD'nin bu işe olan katkısının ne boyutlarda olduğu hala tartışmalıdır.

    Bunun üzerine, BM bünyesinde şirketlerin, özellikle uluslararası faaliyet gösterenlerin nasıl davranması gerektiği ile alakalı birtakım çalışmalar yapmak üzere 1974 yılında bir çalışma grubu kurulur ve bu çalışma grubu 'Şirketlerin Davranış Kuralları (Code of Conduct)' üzerinde çalışmaya başlar. Ancak bu çalışmalardan bir sonuç alınamaz ve çalışma grubu 1994 yılında sona erdirilir. Bu olayın sonunu getirmez zira şirketlerin yarattığı sorunlar hala gündemdedir. Bunun üzerine yeni bir çalışma başlar ve 2003 yılında şirketlerin sorumlulukları ile alakalı taslak bir uluslararası sözleşme metni önerilir. Ancak bu taslak henüz komisyon aşamasındayken reddedilir ve rafa kaldırılır. Reddedilme gerekçesi ise uluslararası bir kurum olan BM'in devletlerin himayesi altında kurulan şirketlere doğrudan düzenleme yapmasının uluslararası hukukta yeri olmadığıdır. Bunun üzerine tartışmalar çok yeni bir boyut kazanır: BM şirketleri doğrudan denetleyebilir ve onları etkileyecek düzenlemeler yapabilir mi, yoksa BM sadece devletler ekseninde mi çalışmalar yapabilir? Çünkü tahmin edilebileceği gibi uluslararası sistem devletler ekseninde dönecek şekilde tasarlanmıştır, şirketlerin bu düzendeki yeri tartışmalıdır. Aslında yeri yoktur bile denebilir.

    Bu sorunun bir anda ortaya sürülmesi bütün tartışmaların boyutunu ve önemini değiştirir. Bütün bunlar sürerken şirketlerin karıştığı insan hakları ihlalleri devam etmektedir. Bunun üzerine BM Genel Sekreteri bu konuya eğilmesi için özel bir danışman atar: Harvard Profesörü, John Ruggie. Ruggie 2011 yılında,Ruggie İlkeleri olarak da bilinen, BM İş Dünyası ve İnsan Hakları Kılavuz İlkeleri (UN GuidingPrinciples on Business and Human Rights)'ni İnsan Hakları Komisyonuna sunar ve bu ilkeler oy birliği ile kabul edilir. Tek bir sorun vardır, çok büyük bir sorun, söz konusu ilkelerin herhangi bir hukuki bağlayıcılığı yoktur.


    Cevaplamaya çalıştığımız temel sorular:

    • Bu alanın aslında cevaplamaya çalıştığı iki temel soru vardır: Şirketleri nasıl insan haklarını gözeten bir şekilde çalışmalarını sağlayabiliriz; bir şirket insan hakları ihlallerine karıştığında hukuksal sorumluluğu nasıl yaratabiliriz?
    • Bu sorular tabii ki genel sorulardır, her biri birçok dala ayrılır. Sorun üzerinde daha da derinleştirilince, uluslararası hukuk düzeninin yetersizliğine kadar durumu getirmek mümkün.

     Kurumsal Sosyal Sorumluluk vs. İş Dünyası ve İnsan Hakları Çalışmaları

    Bu en çok karıştırılan konulardan biridir, dolayısıyla değinmek yerinde olabilir. Kurumsal sosyal sorumluluk projeleri, hayırseverlik için yapılan çalışmalardır. Mesela bir şirketin bir hayır kurumuyla, dernekle veya vakıfla ortak bir projeye imza atması ve bu projenin yardım amacıyla yapılması pek tabii ki mümkündür. Ancak dile getirilmesinden pek hoşlanılmaz ama, bu tip projeler biraz da pazarlama ve marka imajına katkı sağlamaya yöneliktir.

    Bu demek değildir ki Kurumsal Sosyal Sorumluluk projeleri gereksizdir veya kötüdür, aksine güzel amaçlara hizmet eden sorumluluk projeleri gerçekten de insanların hayatlarında fark yaratabilir. Ancak İş Dünyası ve İnsan Hakları hukuku daha farklı bir boyuta dikkat çekmeye çalışır: insan haklarının şirketler her türlü operasyonunda içselleştirmesi ve gözetilmesi, herhangi bir sorun çıktığında ise gerekli tazminatların verilmesi ve yaraların adaletli bir şekilde sarılması.

    Aslında uzun lafın kısası şu: İstediğiniz kadar kurumsal sosyal sorumluluk projesi yapın, bu sizin insan haklarına saygı duyma sorumluluğunuzu ortadan kaldırmaz veya sizi insan haklarına saygılı bir şirkete dönüştürmez. Nitekim kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle adını duyurmuş firmaların büyük insan hakları ihlallerine karışması da söz konusu olmuştur.

     Örnek Vakalar

    İş Dünyası ve İnsan Haklarının çalışma alanına giren en çarpıcı örneklerden biri, 2013 yılında Bangladeş'te meydana gelen ve medyada da fazlaca yer bulan tekstil fabrikası kazasıdır. Bangladeş'te birçok tekstil üretim fabrikası vardır ve bu fabrika çoğu batı ülkelerinde yer alan hazır giyim firmaları için çalışırlar, aldığınız hazır giyim ürünlerinin etiketlerinde 'Made in Bangladesh' yazısını sıklıkla görebilirsiniz. Bu fabrikalarda dikiş dikme yetenekleri yüzünden çoğunlukla kadın işçiler çalışır, üstelik de çalışma koşulları çok sağlıksız olabilmektedir. İşte, 2013 yılında Dhaka'da kapasitesinin çok üstünde işçinin sağlam olmayan bir binada çalıştırılması ve güvenlik önlemlerinin yetersiz olması sebebiyle fabrika binası iş saatleri sırasında çökmüş ve göçük altında kalan 1000'in üzerinde tekstil işçisi yaşamlarını yitirmiş, 2500'den fazla işçi de yaralanmıştır. Bu kazayı araştırırsanız gerçekten yürek dağlayıcı fotoğraflarla karşılaşabilirsiniz. Hatta bu konu hakkında 'True Cost' isimli bir belgesel var, dilerseniz izleyebilirsiniz. Tahmin edebilirsiniz ki, bu kaza zaten insan hakları karnesi çok da iyi olmayan moda sektörüne bir büyük darbe daha vurmuştur ve hala bu kazanın yansımalarıyla uğraşmaktadırlar.

    İşte, bu kazanın hukuki boyutunu incelerken İş Dünyası ve İnsan Hakları hukuku önümüze çıkar. Bangladeş'in hukuk sisteminin çok güçlü olmaması ve bu tip çalışma koşullarına izin verilmesi; kadın işçilerin tekstil firmalarının getirdiği istihdama bağımlı olması ve bu koşullarda çalışmaktan başka çareleri olmaması büyük bir eşitsizlik yaratmaktadır. Bunun yanında fabrikaları gerektiğinden fazla üretim talebiyle zorlayan batılı şirketlerin sınırlı sorumluluğu ilkesini bahane ederek Bangladeş'teki operasyonlara dair tam olarak hukuki sorumluluk altına girmemesi zararın giderilmesini zorlaştırmaktadır. Üstüne üstlük yetkili mahkemelerin belirlenmesinde de karışıklıklar söz konusudur. Bu gibi problemlerin araştırılması ve adalet arayışı hep İş Dünyası ve İnsan Hakları Hukuku'nun konuları arasına girmektedir.

    Bir diğer örnek ise 2016 Amerikan başkanlık seçimlerinde büyük skandala karışan Cambridge Analytica vakasıdır. Bu şirketin Brexit seçimlerinde de rol oynadığı iddia edilmektedir, ancak şirket yetkilileri bunu reddetmişlerdir. İngiltere menşeli bu teknolojik veri şirketi, Facebook üzerinden insanların kişisel verilerini toplamış, kullandıkları bilimsel bir psikolojik test sayesinde tüketicilerin derin psikolojik haritalarını çıkarmış ve çok etkili bazı pazarlama teknikleri geliştirmiştir. Bu veri haritaları ve pazarlama teknikleri daha sonra Donald Trump'ın da seçim kampanyalarında kullanılmıştır ve hepimizin deneyimlediği gibi bu teknikler başarılı olmuştur. Bu durumun bazı araştırmacı gazeteciler tarafından tespit edilmesiyle, Cambridge Analytica'ya hem ABD'de hem de AB'de soruşturma açılmıştır. Buradaki en büyük sorun, Cambridge Analytica'nın verileri insanların izni olmadan toplaması ve Facebook'un bu verileri herhangi bir kısıtlama olmaksızın bir şirkete devretmesidir. Bir demokratik sistemin tamamen pazarlama teknikleriyle 'hack'lenmesi ise cabasıdır. Bu soruşturmalar sırasında anlaşılmıştır ki bu tip suçları düzenleyen herhangi bir düzenleme henüz yoktur. Cambridge Analytica, 2018 yılında kapatılmıştır, ancak şirket çalışanları kısa bir süre sonra yeni bir veri şirketi kurmuşlardır. Bu konu hakkında da bir belgesel önerisi vereyim: 'The Great Hack'. Söz ettiğim iki belgesele de Netflix'ten ulaşmak mümkün.

    Kişisel verilerin demokratik seçimlerin sonucunu etkilemek için izinsiz kullanılması, insanlar üzerinde onların farkında olmadığı psikolojik bazı etkiler yaratabilecek pazarlama taktikleri geliştirilmesi, seçmenlerin yeterince özgür irade ile dünyanın gidişatını etkileyen büyük seçimlere katılıp katılmadığı sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bütün bu sorunların cevaplanması da yine İş Dünyası ve İnsan Hakları Hukuku'nun alanına girmektedir.

    Hukuksal gelişmelerin geldiği nokta

    Bütün bu büyük yankı bulan tartışmalar ve skandal seviyesindeki olayların cereyan etmesi BM düzeyine yapılan çalışmaların önemini daha da artırmıştır. BM İş Dünyası ve İnsan Hakları Kılavuz İlkeleri'nin kabul edilmesinin ardından bazı devletler de kendi içlerinde düzenleme çalışmalarına başlamıştır. Ancak yine de gelişmelerin yavaş olduğunu söylemem gerekiyor. Örneğin, Avrupa Birliği kısa zaman önce belli başlı bazı şirketler için finansal olmayan faaliyetlerin raporlaması zorunluluğu getiren bir yasa yayınladı ancak bu raporlamanın yapılmamasına yönelik herhangi bir yaptırım ise öngörmedi. Aynı şekilde bazı Avrupa ülkelerinde de belli başlı bazı insan hakları ihlallerinin önlenmesine yönelik bazı kanunlar çıkartıldı, İngiltere'deki Modern Kölelik Kanunu ve Hollanda'daki Çocuk İşçilere yönelik çıkartılan kanun gibi. Ancak bu kanunlar anlaşılabildiği üzere sadece spesifik insan haklarına yönelik, genel kanunlar değiller. Fransa ise daha geniş bir yasa yapmayı tercih etti ve bütün insan haklarının korunmasına yönelik şirketlere özen yükümlülüğü getiren bir yasa çıkarttı ancak bu kanun haliyle sadece Fransa'da geçerli ve henüz pratikte nasıl işleyeceğini kestiremiyoruz.

    Bunun yanında BM'de daha bağlayıcı hukuki kararlar getirmek üzere uluslararası sözleşme tasarısı üzerinde çalışılmakta. Ancak bu tasarının başarılı olup olmayacağı hususu da henüz çok tartışmalı, çünkü tasarı sadece devletlere yönelik hazırlanıyor ve şirketlere yükümlülükler yüklemiyor.

    Her ne kadar şu an için elimizde bağlayıcı pek bir kanun metni olmasa da, toplumsal hareketlenmeler insan haklarına olan ilginin gün be gün arttığını, insanların artık eşitlik arayışının çok ciddi boyutlara ulaştığını ve insan hakları değerlerinin toplum tarafından içselleştirildiği (bkz. #BlackLivesMatter protestoları), müşterilerin satın alma alışkanlıklarının artık şirketlerin insan hakları karnesine göre yapıldığı, kapitalist sisteme karşı büyük bir kızgınlık olduğu düşünülürse bu alanın ileride çok daha fazla konuşulacağı kuvvetle muhtemel. Pratikte henüz çok büyük adımlar atılmamış olabilir ama gelişmelerin eli kulağında.

    … ve Türkiye 

    Maalesef ki, BM düzeyinde şu an için Türkiye bu tartışmalarda aktif bir rol oynamamayı tercih ediyor. Ancak, bir üretim ülkesi olan Türkiye'nin bu tartışmaların uzun süre dışında kalmasının pek olası olduğunu düşünmüyorum. Nitekim, Türkiye'de de şirketlerin yaptığı insan hakları ihlallerinden söz edilen bazı haberler zaman zaman medyada yer alıyor ve tepki topluyor. Yurt dışı ile bağlantısı olan Türk şirketlerinin etik değerlere saygılı olduğunu gösteren bazı belgeler alması da söz konusu olabiliyor, çünkü Avrupa'da bu konular hakkında şirketler üzerinde baskı oluşturuluyor. Dolayısıyla son yıllarda çok umut verici gelişmeler var.

    Ancak şunu da belirtmeliyim ki, ben doktora çalışmalarıma başladığımda bu konu hakkında Türkiye'de kaynak dahi bulmakta zorlanmıştım, şu an için bu alanda çalışmalar yapan değerli akademisyenlerin olduğunu biliyorum. Bu konuya olan ilgi tartışmalar hararetlendikçe artıyor,dolayısıyla olumlu düşünmek gerekli.

    Ben daha fazla araştırma yapmak istiyorum! Nereden başlayayım?

    Öncelikle BM İş Dünyası ve İnsan Hakları Kılavuz İlkeleri'ni okuyarak başlayabilirsiniz. Daha sonra UN Working Group on Business and Human Rights'ın Kılavuz İlkeler çerçevesinde yayınladığı birçok belge var, bunlara bakıp daha fazla bilgi sahibi olunabilir. Eğer daha da derinleşmek isterseniz, Business and Human RightsJournal bu konu hakkındaki spesifik akademik makaleleri topluyor.

    Ama her halükârda önemli olan sizin meraklı olmanız, kaynaklar her yerde. Eğer daha fazla bilgi isterseniz bana da ulaşabilirsiniz, yeter ki istekli olun :)

    Sevgilerimle,
    Av. Ayşe Elif Yıldırım

     

    Yorum

    Zaten Hesabınız Varsa Buradan Oturum Açın
    Henüz bir yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun
    Dr. Ayşe Elif Yıldırım, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 2010 yılında mezun olduktan sonra uluslararası hukuk alanında çalışmalar yapmaya başlamıştır. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde uzun süreli ikamet eden Dr. Yıldırım 2012 yılında Catolica Globa School of Law’dan Uluslararası ve Avrupa Birliği Hukuku alanında LL.M., 2015 yılında da İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Avrupa Birliği alanında M.A. diplomalarını aldıktan sonra 2015 yılında Nova School of Law bünyesinde Portekiz Bilim ve Teknoloji Vakfı’nın sağladığı bursla doktora çalışmalarına başlamıştır. Uluslararası Hukuk ve Şirketlerin İnsan Hakları sorumlulukları ile alakalı yazdığı hukuk doktorası tezi, tez jürisinden takdire layık görülmüştür. Sürdürülebilir kalkınma ve iş dünyasının insan hakları sorumlulukları Dr. Yıldırım’ın ilgi alanlarına girmektedir ve bu alanlarda çalışmalarını sürdürmektedir.
    © 2024 BinYaprak. Tüm Hakları Saklıdır.
    Bir TurkishWIN girişimidir.